Öyle günlerde yaşıyoruz ki, hakikaten sinirlerimizin çok iyi test edildiği bir dönemdeyiz. Her gün
televizyonlara çıkan birileri kendisinin Kürt olduğunu, Kürtlerin varlığının inkâr edildiğini, anayasada
Kürt kimliğinin tanınması gerektiğini, yetmedi Türk kelimesinin de çıkarılmasını ve Kürtçenin de ana dil
olarak tanınmasını istiyor.
Bu hikâye dinleyenlere öyle masum geliyor ki, sade vatandaşlarımız değil,
gazete haberleri ile dünyayı tanıyan sözde bazı aydınlarımız, onlara yaranmayı fırsat bilen sanatçılarımız
bu taleplere az ya da çok hak veriyor. Hatta korkusundan sonradan tornistan yapanlar, kendisinden
tiksinenler bile oluyor. Öte yandan son yıllarda devlet destekli hale gelen Kürtçülük hareketi karşısında
gerçekleri bilen aydınlarımız ise gene kişisel korkular nedeni ile selameti susmakta buluyor.
Önceki
yazılarımdan birinde size Washington merkezli Bipartisan Policy Center düşünce kuruluşunun, Ekim
2013’de yayınlanan “Retorikten Gerçekliğe” başlığıyla ABD’nin Türkiye politikası üzerine bir raporundan
bahsetmiştim. Eski ABD Ankara Büyükelçileri Morton Abramowitz ve Eric Edelman’ın başkanlığında,
Henry Barkey ve Michael Makovsky gibi isimlerin yazdığı bu raporda ABD’nin Türkiye ve başbakan
Erdoğan’a bakışı yanında Kürt sorununa yaklaşımı da anlatılıyordu. O raporda bir şey dikkatimi çekti.
Raporun sonunda yer alan sözlük (glossary) bölümünde Kürtlerle ilgili şöyle bir açıklama yapılmıştı; İran
kökenli bir halk (Iranian people). İşin aslı Kürtlerin geçmişi ile ilgili hemen hemen tüm çalışmalar, hatta
Kürt milliyetçilerinin çalışmaları bile Kürtlerin geçmişi ve tarihi ile ilgili bir sonuca varamamıştır. Neden
varamamıştır? Kürt dediğimiz insanların kökleri nedir? Kürt tanımlaması gerçekte nereden gelmektedir?
Bu konuyu “Kürtler Neden Devlet Kuramaz” isimli kitabımda uzun uzun anlatmıştım. Devlet olmak için
‘millet’ olmak lazımdır. Kendilerini Kürt olarak ifade eden bu kişilerin talepleri ne kadar mesnetlidir. İşte
bu makalede bunları bir kez daha sorgulayacağız.
Kürt Tarihi Tezi
Kürtler, tarihte hiçbir zaman bağımsız bir devlet olamamış, daima, o çevreye hâkim devletlerin
yönetiminde kalmışlar, her dönemde bağımsız olmak için çeşitli güçlerin tahrik ve teşvikleri ile
başkaldırmışlardır. Bugün Kürt adını alan topluluklar, tarihi gelişiminin bir sonucu olarak ağırlıkla
Türkiye, İran, Irak ve Suriye olmak üzere dört devlet arasında bölünmüş bulunmaktadır.
Bazıları birkaç
Kürt köyü nedeni ile bu ülkelere Ermenistan’ı da ilave etmektedir. Kürtlerin kökeni ve Kürtçenin ne kadar
ayrı bir dil olduğu ile ilgili tartışmalar hala ucu açık ve tahminlere dayalıdır. Kürtlerin kökeni konusunda
dil’e bakmak bir fayda sağlamamaktadır; Kürtçe’de biraz Arapça, biraz Farsça ve Türkçe dışında pek az
sözcüğe rastlanmıştır. Kürtlerin farklı din ve mezheplere mensup olmaları (Sünni, Şii, Alevi, Nasturi,
Yezidi, Keldani, Yakubi, Süryani, Yahudi, Yezidi, Hıristiyan gibi), farklı dil, lehçeler ve alt lehçeler
konuşmaları onların bir arada yaşamasını ya da bir devlet olması için gerekli alt yapıyı sağlamamaktadır.
Ortadoğu’da kendilerine Kürt adı verilen bir topluluk bulunduğu gerçek ise de, bu insanlar dil bakımından
homojen bir durum arz etmemektedir. Kürtçe diye tanımlanabilecek ve tüm Kürtlerin ortak olarak
anlayabileceği tek bir dil mevcut olmayıp, dört ana grupta çeşitli lehçeleri kullanmaktadırlar. Kürt tarihi
yaratmaya çalışanlar romantik hayal gücü geniş olan bazı tarihçiler ve destan üretenlerdir.
Kürtlerin tarihi ve bir ulus oldukları ile ilgili iddialar temel olarak bir kaç kaynak referans gösterilerek
yapılmaktadır.
Bunlardan en önemlisi Şeref Han adıyla bilinen Bitlis beyinin “Şerefname” adlı elyazısının
orijinali olduğu iddiası ile Rus ordusu için çalışan Fransız oryantalist François B. Charmoy tarafından
çevrilen ve Saint Petersburg’da basılan kitaptır. Şerefname’yi Rus subayları sözde İran’daki el yazması eserler içinde bulmuş, Çarın hizmetinde olan Charmoy ise şekillendirmiştir. Kitabının pek çok bölümünde
Charmoy, Kürtleri de bu kitaba dâhil etmek için bazı uydurmalar yapmış hatta intihalde bulunmuştur.
Şerefname’yi çevirenler konargeçer anlamındaki ‘Ekrad Taifesi’ ifadesini “Kürt Ulusu’ olarak tahrif
etmişlerdir.
Kısaca Batı, Ekrad’tan bir Kürt ulusu yaratmaya çalışmıştır.
Rus ordusu içinde Ermeniler ile
ilgili propaganda çalışmaları yapan ve daha sonra Kürt tarihi yazmakla görevlendirilen iki bilim adamı
gerçekte ise Rus subayı olan Vladimir Minorsky ve Basili Nikitine tarafından yazılan kitaplar ise 1940
yılından sonra basılmıştır. Şerefname’den sonra en çok ilgi gören kaynaklardır. Doğu bilimcileri olan
Minorsky ve Nikitine, Birinci Dünya Savaşı esnasında Rusların Basra’ya inme hedefleri için Kürtleri
ayaklandırmaya çalışıyorlardı.
Siyasi Kürtçülük hareketinin ideolojik bir boyut olarak ortaya çıktığı 1898 yılından itibaren ‘Kürt Tarihi’
yaratma gayretleri de görülmeye başlanmıştır. Ancak, tarihte Kürtler ile ilgili en küçük bilimsel bir
işaretin olmayışı yukarıda da ifade edildiği gibi V.Minorsky, Basile Nikitine, Mehrdad R. İzady, Cemşid
Bender, Bilal Aksoy, Gürdal Aksoy gibi yerli ve yabancı araştırmacıları bir takım teoriler üretmeye sevk
etmiştir.
Bu nedenle Kürt tarihi çalışmaları bilimsel temelsizlik nedeni ile daha çok Kürtlerin yaşadığı
kabul edilen coğrafyalarda yaşayan önceki ırklar ile bağlantı kurma arayışına yönelmiştir. Sonuç olarak,
ortada herhangi bir geçerli kaynağa dayanmayan Kürt tarihi kurgusu vardır.
Ancak, hiçbir Kürdolog henüz
Kürtlerin kökenini bilimsel olarak kanıtlarıyla bulamamış, bu konuda sadece çeşitli iddialar ortaya
atılmıştır. Kürtlerin kökeni ile ilgili ortak kanaat şu şekilde özetlenebilir.
Kürtlerin atalarının Turanî
kavimler olarak Zağros Dağları bölgesinden gelmesi M.Ö. 2. yüzyılda İskitler ile başlamış, M.S. 3. ve 4.
yüzyılda Hunlar ile birlikte sürmüştür. M.S. 226’da güçlü Sasani İmparatorluğu’nun kurulması ile Orta
Asya’dan gelen Turanî kavimlerin akınları kesilmiş ve Zağros Dağlarındaki Turanî kavimler burada
bulunan İrani kavimleri ile karışmaya başlamıştır. Zağros Dağlarında yerleşik bulunan İrani kavimler Lor
ve Lekler ile karışarak büyük ölçüde ırk ve dil değişimine uğramışlardır. Böylece günümüzün Kürt halkının
ilk tohumları atılmıştır. Zağros Dağları Mezopotamya’nın doğu sınırı olması nedeni ile çok sayıda Bizans Sasani
savaşına sahne olmuş ve bu savaşlar Kürtlerin dağlarda yerleşmesine yol açmıştır.
Kürt, Kürdistan ve Kürt Edebiyatı Yaratma Gayretleri
Tarihte Kürt sözcüğünün geçtiği ilk eser Arap gezgin Mesudi’nin seyahatnamesidir(M.S.943). Mesudi,
ilgili bölümde şunları yazar: “Kürtlere gelince, insanlar onların kökeni konusunda ihtilafa düşmüşlerdir.”
Mesudi’den 650 yıl sonra Şerefname’de de aynı soy tartışmasına girilecek ancak Kürtlerin soyu
bulunamayacaktır. Şerefname’de hiçbir şekilde ‘Kürdistan’ ve ‘Kürt’ kelimeleri geçmez.
Hitit döneminden
Türk fethine kadar Kürdistan terimi olmadığı gibi Selçuklu döneminde de Anadolu coğrafyası üzerinde
böyle bir tespit ve terim mevcut değildir. İlhanlılar döneminde İran Irak sınırındaki Cibal denen dağlık
bölge Kürdistan olarak anılmakta idi. Osmanlı döneminde ise Tanzimat sonrası idari değişikliğe kadar 500
yıllık bir evrede resmi kayıtlarda Kürdistan diye anılan bir bölge söz konusu değildir. Osmanlı
fermanlarında yer alan Kürdistan ifadesi bir coğrafya olmaktan çok eyalet, sancak, kaza gibi idari birimler
içinde yer almış izafi bir terimdir.
Bugünkü adlandırma tamamen 19. yüzyılın bir kurgusudur. Kürdistan,
Selçuklu Sultanı Sancar tarafından kullanılmış, bugünkü İran ve Irak bölgesinde bulunan Zağros’ta
doğrudan merkeze bağlı bir eyalettir. Bu eyaletin valisi de Türk’tür, Kürt değildir. Kürdistan terimi.
“Kürdistan” yine “ekrad”dan türetilmiş, dağda yaşayan, konargöçer kabilelerin mekânı anlamında
kullanılmıştır.
Bunun böyle olduğunu Evliya Çelebi’nin seyahat notlarını okurken daha iyi anlamaktayız.
Kürtler için tarih yaratma çabası onlara ayrı bir dil yaratma çabası ile paralel olarak yürümüştür.
Tarihsel
olarak “Kürt” adı yoktur, yani Kürtçede Kürt’ün anlamı bulunmamaktadır, bu tür gayretler son iki yüzyılın
ürünüdür. Bugün konuşulan Kürtçenin, Farsçanın bir lehçesi olduğu kanıtlanmıştır, Kürtçe, bağımsız bir
dil değil, Fars dilinin bir şubesidir.
Kürtler, yaşadıkları ülkeye göre Latin, Arap ve Kiril harfleri
kullanmakta, ortak bir alfabeleri bulunmamaktadır. Anadolu’daki Kurmançi dışında İran, Irak, Suriye gibi
ülkelerde Gorani, Badinani ve Sorani lehçeleri kullanılmaktadır. Zazalar ve Aleviler Kürt değildir.
Bugün
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Kürt nüfusu esasen Şah İsmail’in Anadolu’ya yönelik çabalarını
engellemek için Yavuz tarafında sınır boylarına yerleştirilmek üzere Irak’tan getirilen Kürt gruplardır. Bu
dönemden sonra pek çok Türk beyliği Kürtlere karışmıştır.
Diyarbakır, bir Kürt şehri değildir. Diyarbakır
(Diyarı Bekir) ismi şehri işgal eden Arap aşireti lideri Bekir bin Vali’den gelmektedir. Yakın zamana kadar
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Türk nüfusu daha fazla idi. Doğu Anadolu’daki pek çok Türkmen ve
Ermeni köyü etrafındaki Kürt aşiretlerinin etkisi ile zamanla Kürtçe lehçelerini kullanmaya başlamış ve
kendini Kürt sanmaya başlamışlardır.
Kürtlerin dili ve edebiyatı diye tanıtılan eserler de çalıntı ya da tahrifat yapılarak günümüze gelmiştir.
Çünkü ellerinde, Kürtçe dedikleri dil veya lehçe ile yazılmış metinler yoktur.
En eski denilen metinler bile
1700’lü yıllara kadar geri gider. Kaldı ki 1700 ile 1900 arasında Kürtçe eser sayısı 50’yi, yazar sayısı 10’u bulmaz. Kürtçülerin tek övünç kaynağı olan en ünlü eser Memu Zin (Mem o Zin) adı verilen destandır.
Ahmede Hani tarafından 1968 yılında yazılan eserin orijinal metin yoktur.
Ancak, Memu Zin’in, Türk
Destanı Memi Alan’dan bir derleme olduğu ortaya çıktı. Şerefname’de anlatılan hikâyeleri ve efsaneleri
de daha sonra Kürtçüler, Kürt efsaneleri olarak adlandırmışlardır. Bu efsaneler Türk, Fars ve Arapların
kendi ulusal efsaneleridir. Kürtçülerin diğer bir büyük tahrifatı tarihte Büğdüz Aman olarak geçen Oğuz
beyinin adının Boğdaz Ermene olarak değiştirilmesidir. Böylelikle Aman yerine Ermene kelimesi
geçirilmiş ve Ermeni bağlantısı kurulmuştur.
Kürtçülerin diğer bir gayreti ise Selahaddin Eyyubi’yi Kürt
gibi göstermektir. Eyyubilerin kökeni olarak gösterilen Divin, bir Türk kentidir. Kentin halkı Arşaklı
Türkleridir. Oğuz Türklerinin Kınık Boyu’ndan Selçuklular Doğu Anadolu’ya ve Azerbaycan’a
geldiklerinde, bölge zaten diğer Kıpçak ve Oğuz boyları tarafından Türkleştirilmişti.
Kürtçülük Faaliyetleri
11. ve 12. yüzyıllar, Selçuklular ile birlikte Azerbaycan, Anadolu, Suriye, Mezopotamya gibi bölgelerin
birer Türk yurdu olmasına tanıklık etmiştir.
Özellikle Azerbaycan ve Doğu Anadolu’nun bir bölümü bu
yüzyıllarda Türkmen boylarının toplanma sahası görünümündeydi. 11. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren
başlayan büyük Oğuz göçü ve Türk hâkimiyeti siyasi istikrarı sağlamış ve bu coğrafyaya yeni bir kimlik
kazandırmıştır. Bu yeni kimlik “Türk Kimliği”dir. 11. yüzyıldan itibaren bölgedeki Türk kimliği ve Türk
damgası Küçük Asya’nın etnik, siyasi, kültürel ve ekonomik yapısını şekillendirmiş ve bu yapı günümüze
kadar gelişerek, özünden bir şey kaybetmeden devam edip gelmiştir.
Anadolu’nun, Kafkasya’nın,
Mezopotamya’nın velhasıl Orta Doğu’nun bu siyasi yapısı içinde “Kürt” adı altında toplanan unsurlar
tamamen Türk tarihinin tabii seyri içinde yer almışlardır. 18261828 yıllarındaki İran Rus Savaşı sonunda
yapılan Türkmençay anlaşmasıyla İran'da Kürt nüfusunun bulunduğu topraklar Rus egemenliği altına
girdi. Hemen akabinde Ruslar, Kars ve Ardahan'ı da işgal ettiler.
Böylece Avrupa o dönemki müttefiki
olan Osmanlı dolayısıyla Kürt nüfusu ile karşılaştı. Rus yetkililer İran ve Osmanlı'ya karşı Kürt kartını
kullanabilmek için tarihin ilk Kürdoloji çalışmalarını başlattılar.
20. yüzyılın başlarına gelindiğinde Türkler ve Kürtler kendilerini Sünni Müslüman olarak görüyor, etnik
milliyetçiliğe pek rağbet etmiyorlardı. Başkent İstanbul’da yaşayan bazı Kürtlerin ayrılıkçı düşünceleri 20.
yüzyıl ile başladı. 2. Meşrutiyet'in getirmiş olduğu özgürlük ortamında Kürtçülük akımının temellerini
kökünden değiştirip emperyalist güçlerle dirsek temasına sokacak olan dernekler ve fikir kulüpleri ortaya
çıktı.
Kürtler, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu’na sadık kalmışlardı. Savaşın hemen
ardından bir grup Kürt, kendilerini Anadolu’daki direniş hareketiyle özdeşleştirdi ve onu destekledi.
Musul Sorunu döneminde birbiri ardınca ortaya çıkan ve tamamen emperyalizmin bir oyunu olan Kürt
hareketlerinin, Anadolu’da 1938’den sonra büyük çapta durduğu ve sakinleştiği görülür.
1961
Anayasası’nın getirdiği hak ve özgürlükler ise sadece sol düşüncenin değil önce sol düşünce içinde olmak
üzere Kürtçü hak ve tanınma taleplerinin dile getirildiği kanallar ortaya çıkardı.
1971 yılında Devrimci Doğu Kültür Ocakları, Kürtçü faaliyetleri nedeni ile kapatıldı. 19751980 yıları
arasında Türkiye’de solun aşırı derecede bölünmesi Kürt solunu da etkiledi.
Böylece, Özgürlük Yolu
(Sovyetik), Kawa (Maoist), Rızgari (SovyetÇin bölünmesinden bağımsız) gibi örgütler ortaya çıktı. PKK
da, MarksistLeninist bir örgüt olarak aynı dönemde kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde
günümüze kadar devam eden Kürtçü bölücülük faaliyeti, kuruluşu aslında 1973 yılına kadar geri giden
ancak eyleme geçtiğini 1978 yılında açıklayan PKK terör örgütü faaliyetleri ile başladı.
Kürtlerin yaşadığı
sorunlar ve acılarda özellikle Kürt aydınının sorumluluğu büyüktür. Çünkü bu aydınlar, yanlış
bilgilendirmeler ve propagandaların etkisi
ile kendi soydaşlarına, içindeki yaşadıkları hükümetlerine
ihanet etmenin acı sonuçlarını hala toplumumuza yaşatmaktadırlar.
Kürt kardeşlerimiz, son dönemde
Kürtlerin ayrı bir millet olarak inkâr politikası ile karşı karşıya olduğu, Cumhuriyetin kurulmasında
Kürtlerin payı ve haklarının verilmediği, Kürtlere temel haklarının (kimlik, ana dilde eğitim vb.) olmadığı
gibi savlarla kendi ülkelerine düşman edilmeye, ayaklanmaya teşvik edildi.
Ortadoğu bölgesinde ağırlıklı olarak dört devletin sınırları içinde yaşayan ve çeşitli din, mezhep, dil ve
kültüre sahip Kürtler, 1800’lü yıllardan bu yana maalesef bölge ile ilgili çeşitli menfaatleri olan birçok
devlet tarafından kendi menfaatleri doğrultusunda kullanılmışlardır.
Bunların gerçekliği, ilgili devletlerin
bugün tamamen açılan devlet arşivlerinde açıkça görülmüştür. Kürtlerin bu devletlerde genelde feodal bir
yapı, aşiret ve kabile benzeri içe kapalı toplum yaşantısı içinde bulunmaları da, reislerinin kendi
menfaatleri doğrultusunda aşiret mensuplarının ve masum insanları kullanılmasına ve sonuçta büyük
zararlar görmelerine neden olmuştur.
Yaşadıkları bölgeler ve devletler itibariyle genelde nispeten sarp ve
dağlık arazi kesimlerinin seçilmesi, o bölgelerdeki diğer etnik yapılara ilave olarak Kürtlerin de sosyal,
ekonomik ve eğitim alanlarında gelişimlerini engellemiş, bu bölgelere devletlerin siyasi nedenlerle veya
coğrafi şartların dikte ettirdiği zorluklar nedeniyle yaptığı yatırımlar yeterli seviyeye ulaşmamıştır.
Bu hususlar, Kürtlerin içinde yaşadıkları devletlere ve hükümetlerine duyduğu güvenin azalmasında, başka
devletler tarafından istismar edilip kullanılmalarının başlıca malzemesi olmuştur.
Sonuç Yerine
Bugün Anadolu topraklarında yaşayan Kürt kardeşlerimizin büyük çoğunluğu bağımsız bir devlet peşinde
değildir.
Bu ülkenin bir ferdi olarak birlikte yaşamaktan mutlu ve devletine bağlı kişilerdir. Onların
sorunları daha çok ekonomik ve sosyaldir. Bunun için de öncelikle güvenlik sorunu halledilmelidir.
Güvenlik sorunu ise onları kalkan yaparak sözde bağımsız bir Kürt devleti kurma peşinde, kendi siyasi
emelleri peşinde koşan terör örgütü ve siyasi uzantılarından kaynaklanmaktadır.
Kürtlerin bağımsız bir
devlet kurma hayali, gerçekleşmesi mümkün olmayan ancak bu coğrafyada yaşayan herkese bugüne kadar
olduğu gibi acılar çektirmeye devam edecek bir gayrettir. Bunun nedenlerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz;
En başta da söylediğimiz gibi devlet olmak için millet olmak lazımdır.
Farklı ülkelerde yaşayan Kürtler
için ayrı bir ırk, ortak bir dil ve hatta din ve tarihten bahsetmek mümkün değildir. Irak, Suriye, İran ve
Türkiye Kürtlerinin bir arada yaşaması ve ortak bir kültürü paylaşması mümkün değildir. Irak’ın
kuzeyindeki Barzani örneğinde görüldüğü gibi diğer ülkelerdeki Kürtler ile iletişim kurma zorluğunun da
ötesinde biri diğerini kendi bölgesinde istememektedir.
Uluslararası konjonktür dört devletin sınırlarının arasında ayrı bir Kürt devletine hiçbir zaman müsaade
etmeyecek, böyle bir boşluk her zaman baskın olan komşu devletlerden biri tarafından doldurulacaktır.
Irak’ın kuzeyindeki Kürt bölgesi ABD’nin bölgesel çıkarları ve bölgedeki petrolü çekmek için suni olarak
oluşturulmuş, geçici bir Amerikan adasından başka bir şey değildir.
Batılı güçlerin bir Kürt devleti kurma
illüzyonu, bu çıkarlar denkleminin geçmişte olduğu gibi tuzağıdır.
Bugün Türkiye’deki Kürt vatandaşlarımızı bağımsız bir Kürt devleti hayali ile etkilemeye çalışan PKK ve
siyasi uzantılarının tasfiye olması daha önce de yapıldığı gibi çok zor değildir.
Terörle mücadeleye
dönülmesi halinde, Irak’ın kuzeyine yapılacak orta ölçekli bir harekât bile 1990 öncesi ve 1994 1995
yıllarında olduğu gibi PKK’nın kısa sürede bir kez daha tasfiyesini sağlayacaktır. KCK operasyonlarında
görüldüğü gibi devleti istihbaratı uyumamakta, PKK’ya siyasi yollardan destek olanları da aynı akıbet
beklemektedir.
Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı olduğu ve zamanı gelince bu hakkı kullanacakları yönündeki
uluslararası hukuka yönelik beklentiler de boştur.
Bu hak 1970’li yıllara kadar sadece sömürge durumuna
düşmüş ülkelere tanınmıştır. BM düzenlemeleri her şeyden önce devletlerin egemenliği ve toprak
bütünlüğüne saygı esasına göre yapılmıştır. Bunun istisnası devletin ancak söz konusu insan grubuna
farklı muamele yapmasıdır ki, Türkiye için bu hiçbir zaman söz konusu olmamıştır.
1920’li yıllardan itibaren Kürtlerin yaşadığı dört ülkeden demokrasi ve insan hakları açısından en gelişmiş
devlet olan Türkiye’de, etnik kökeni Kürt olan vatandaşlarımızın gerek anayasada yer alan temel hak ve
özgürlükler ve gerekse insan hakları konusunda tanınan haklar ve esaslar nedeniyle ekonomik, siyasi ve
sosyal haklar anlamında en gelişmiş Kürt nüfus oldukları görülmektedir.
Kürt etnik kökenli
vatandaşlarımız Türkiye’de azınlık veya ayrı bir yerli halk değil, bu devletin kurucu asli unsurlarından
birisi olarak Türk Milleti’nin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmektedir.
Kürtlerin en fazla özgür
olduğu, en iyi eğitim aldığı, en rahat ettiği ve ülke yönetiminin her kademesinde görev aldığı tek ülke
Türkiye’dir. Hepimiz, Türkiye Cumhuriyetinin eşit haklara sahip vatandaşları olarak, kimsenin ırkını,
dinini, inancını hor görmeden ve onu ötekileştirmeden, kendi kültürlerini de muhafaza ederek, ortak bir
gelecek ve karşılıklı hoşgörü ve barış anlayışı içinde bu devletin geleceği için birlikte neler yapabiliriz,
bunun için çalışmalıyız. Bu, takip edilecek tek rasyonel ve demokratik yoldur.
Biz, Türkler ve Kürtler, et ve
tırnak gibi bin yıldır birlikte yaşamış aynı tarih ve kültürü paylaşmış bir milletiz. Ziya Gökalp’in 1922
yılında dediği gibi; “Hangi Türk Kürtleri sevmiyorsa Türk değildir, hangi Kürt Türkleri sevmiyorsa Kürt
değildir.”
http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2013/11/22/7313/kurtlerin-kokeni-ve-kurtculuk
11 Ekim 2015 Pazar
MASLOW'UN İHTİYAÇ PİRAMİDİ
Maslow’un Gereksinme Derecelendirmesi
Abraham Maslow (1971) insan güdüleriyle ilgilenen ünlü psikologlardan biridir. İnsan güdülerinin hayvan güdülerinden bazı yönlerden farklı olduğunu savunmuş ve insan güdülerini bir pramit gibi birbiri üstüne merdiven basamağı şeklinde çıkan mertebeli bir düzen içinde düşünmüştür. Bu güdü piramadin temelinde (şekilde görüldüğü gibi) biyolojik güdüler üst katında ise psikolojik güdüler yer alır. Maslow’a göre temeldeki bir güdünün gereksinmeleri karşılanmadan, birey üst düzeydeki güdülerden etkilenmez. Alt düzeydeki güdüler doyuma ulaşınca birey, üst düzeydeki güdülere hazır hale gelir. (Maslow Kimdir?, 2002)
ABRAHAM MASLOW KİMDİR?
| 1 Nisan 1908’de New York Manhattan’da doğdu. Brooklyn Erkek Lisesi’ni bitirdi; çok zeki biriydi ve New York Şehir Koleji’nde hukuk tahsiline başladı. Daha sonra Cornell Üniversitesi’nde felsefe ve psikoloji okumaya başladı. Bir süre sonra Wisconsin Üniversitesi’ne gitti ve iki sene sonra felsefe dalında yüksek lisansını aldı. Bir çok üniversiteden ders aldı ama hiç biriyle kendini doyuramadı.1934’te psikoloji doktorası aldı hatta bir süre sonra tıp fakültesine başladı ama yine yarıda bıraktı. Hayatından hiçbir zaman zevk almadı ve birkaç yılsonra ders aldığı çoğu üniversitede ders vermeye başladı.1940’lı yılların başlarında rahatsızlanmaya başladı ve 1967 Eylülü’nde ciddi bir kalp krizi geçirdi.8 Haziran 1970’de 62 yaşında şiddetli bir kalp krizi ile vefat etti.hayatı boyunca pek çok ödül almış,1967-1968 yıllarında Amerikan Psikoloji Birliği başkanlığı yapmıştı. O sadece bir profesör değil kendini her alanda yetiştirmeye çalışmış biriydi. |
4. Saygı(Değer)-Statü İhtiyaçları:
Bundan önceki kategorilerdeki ihtiyaçları karşılanan insan artık üyesi olduğu grupta saygı görmek ve değer verilmek isteyecektir. Başarısı ve hizmetleri başkaları tarafından takdirle karşılanan, saygı duyulan insan kendine güven duyacaktır (AKGÜL, 2006)
5. Kendini Gerçekleştirme:
Birey yukarıda belirtilen kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşılamasına rağmen hala kendini bilgi, beceri ve yetenekleriyle tam olarak ortaya koyamadığını düşünüyorsa, içinde bir boşluk hissedecek ve bunu gidermeye çalışacaktır. Burada bireyin yaptığı işin zirvesine çıkma, örnek (ideal) olma niteliğine, yani bir örnek insan, bilge kişi konumuna erişme hali söz konusudur. Buna “kendini tamamlama, kendini gerçekleştirme” adı verilmektedir. (Tuncer, 2006)
Maslow’a göre kendini gerçekleştirmiş insanların özellikleri şunlardır: (Sağlam, 2008)
- Kendini, başkalarını, doğayı Kabul Eder.
- Kendini, başkalarını, doğayı Kabul Eder.
- İçten geldiği gibi davranırlar.
- Bakış açıları geniştir.
- Mahremiyetten hoşlanma ,başkalarına bağlı değildirler.
- Başkaları ile yoğun ilişkiler kurarlar.
- Demokratik karakter yapısına sahip olurlar.
- Araç ile amacı, iyi ile kötüyü birbirinden ayırt edeler.
- Kendini gerçekleştiren insanlar yaratıcıdır.
- Konuyu tamamlamadan önce, Maslow’un piramidiyle ilgili şu noktaları açıklığa kavuşturmamız gerekir:
(1) Üst düzeydeki bir güdüye gidebilmek için alt düzeydeki bütün güdülerin doyuma ulaşması gerekliliği yoktur; belirli bir derecede doyumluluk sizi öbür düzeye getirebilir.
(2) Bireylerden bireye düzeyler arasında farklılık olabilir; bazı kimseler için sosyal ilişkiler kurarak insanlarla yakınlaşma güdüsü, emniyet ve korunma düzeyinden daha önce gelebilir, fakat bir başkası için bu doğru olmayabilir.
(3) İnsanların içinde büyüdüğü aile ortamı ve kültürün değerleri, hangi düzeydeki güdülerin daha belirgin ve baskın bir rol oynayacağını saptar. (CÜCELOĞLU, 2003)
(3) İnsanların içinde büyüdüğü aile ortamı ve kültürün değerleri, hangi düzeydeki güdülerin daha belirgin ve baskın bir rol oynayacağını saptar.
KAYNAKÇA:
- AKGÜL, A. (2006). Piramit I : Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi 1-2-3.
- CÜCELOĞLU, D. (2003). İnsan ve Davranışları. İstanbul: Remzi Kitabevi.
- Maslow Kimdir? (2002). İstanbul.
- Sağlam, F. N. (2008). KENDİNİ GERÇEKLEŞTİRENLERİN ÖZELLİKLERİ.
- Tuncer, S. (2006, 01 24). Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi Kuramı ve marka/ihtiyaç ilişkisi.
WEB SİTELERİ:
1.) Maslow Kimdir? Diye merak ediyor iseniz,buyrun...
2.) Maslow Teoremi nedir?
3.)Maslow ve İhtiyaçlar Hiyerarşisi Kuramı'na açıklık getirelim...
4.)Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi Kuramı'na da bakalım..
5.) Maslow’un Benlik Gelişimi ve Kuramı'nı da inceliyelim.
5.) Maslow’un Benlik Gelişimi ve Kuramı'nı da inceliyelim.
http://pskolojk.blogspot.com.tr/2012/05/maslowun-ihtiyac-piramidi.html
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)